92 yılında işsizdim ve bakırdan yapılmış kadın süs eşyâsı pazarlamak üzere parasızlıktan plaka dahî çıkartamadığım MZ motosikletimle Bodrum’a gitmiştim, sonradan yanıma o sırada hala ODTÜ’de öğrenci olan bir arkadaş daha geldi ve 13 gün Bodrum’da kaldık.
Yaşadıklarımızı anlatsam kitap olur, o yüzden sadece bir “kesit” şeettiriciiim.
Bize mal gönderecek olan Mesut adındaki Ülkücü geçinen kitapsız orço bizi “bugün kargoya veriyorum, yarın elinizde olur” diyerek 13 gün oyaladı, bu arada bizde para pul nâmevcud olduğundan merkezdeki caminin bahçesinde kamp kurduk, vakit namazları kılıp bahçedeki banklarda yatıyoruz, karnımız acıkınca yine bahçedeki asmadan koruk yiyoruz ve mantıken mide asidini seyreltip açlık hissini azaltması gerektiğini düşünerek habire çeşmeden su içiyoruz (Sonradan öğrendik ki Bodrum’un suyu içilmez imiş) . .
Arada bir “lânet olası federaller” gelip kimlik soruyorlar, sonra zararsız tipler olduğumuzu anlayınca olağan laga luga ve zart zurtlarını edip gidiyorlar.
Bu arada Camiden tanıştığımız yakında dondurmacılık yapan Maraşlı bir amca ile ahbap olduk, bir iki defa bizi dondurma tezgâhının yanındaki masada oturtup peynir ekmekle çay ikram etti. .
Bu arada bulunabilecek en ucuz yer olan parfümcü çingenelerin kaldığı bir kampingde kiraladığımız bungalowda kalmaya başladık ve motoru da kampingin bahçesinde kilitledik. Parayı da çıkarken vereceğiz.
Sonunda malların gelmesinden ümidi kesip geri dönmeye karar vererek Ankarada’ki bir arkadaşı arayıp para istedik o da “yarın gönderirim” dedi.
Tamam, para yarın gelecek de iki gündür karnımız aç; yarına kadar nasıl dayanacağız? Dereye su gelene kadar kurbağaların gözü patlayacak . . .
Ben dondurmacı amcamıza giderek yarın paramızın geleceğini söyleyip 20 lira borç istedim (O gün 20 liranın nasıl bir meblağ olduğu hakkında bir fikir sahibi olabilmeniz için örnek vereyim : ekmek 2 liraydı, yani 10 ekmek parası istemişim, o da bugünkü parayla 10 lira yapıyor)
Ben bunu söyleyince amcanın suratı bir değişti, bir çirkinleşti, bir karardı ki tarif edemem, adamcağızın bütün vücut kimyâsı değişti, resmen Alâattin Çakıcı’nın sesini duymuş Korkmaz Yiğit’e döndü . . .
Önce bir müddet hiç konuşmadan durdu, sonra sinirli sinirli çekmeceyi çekti, içinden bir 20 lira aldı ve sabit nazarlarla paraya bakmaya başladı, 15 – 20 saniye kadar paraya baktıktan sonra çekmeceye geri fırlatıp bir 10 lira aldı, kafasını 90 derece yana çevirip suratıma bakmadan ve konuşmadan parayı uzattı.
Ben ne mi yaptım, gururla açlık arasındaki kısa mücâdeleyi açlık kazandı ve “Rezillik gelip geçer; Allah vücut sağlığı versin” düsturunca o paranın 4 lirasıyla iki ekmek, 6 lirasıyla da 100 gr. peynir alıp kampinge döndüm.
Ertesi gün parayı çekince götürüp dondurmacı emmiye parasını geri verdim ve kamping sahibine “Şefim, borcumuz ne kadar?” diye sordum
Bodrum’un yerlisi olup kampingde bira satan ve belki de namaz kılmayı bile bilmeyen adam elini omzuma koydu ve
– “Delikanlı, durumunuzu biliyorum, sıkmayın canınızı, ben benzin paranızı verip sizi memleketinize göndereceğim, benzin ne kadar tutar?” Dedi.
“Yahu amca, sen borcumuz ne kadar onu söyle” dediysem de söylemiyor, habire “Benzin ne kadar tutar?” Diye soruyor.
Cebimden parayı çıkardım, eleman hala “Yola çıkacaksınız, lâzım olur, yolda karnınızı doyurursunuz” diyor almıyor. Parayı neredeyse zorla verdim.
“Eee, ‘meşaz’ nerde?” Diyenlere : Meşaz felan yok size, daalın hadi . . .
(Alp Durmuş)